Sinema Teorisi — Gilles Deleuze

Deleuze kendi düşüncelerini iki disiplin arası bir tür paralel montaj gibi çalışır: Sinema teorisi ve felsefe. Deleuze’de bu iki alandan alınan kavramlar karşılıklı birbirini döller ve değiştirilmiş sürecin içindedirler. Yorgun sinema sorusu olan “sinema sanatı”nı pas geçen Deleuze sinemanın kendisini felsefi bir enstrüman, bir kavramlar dinamosu ve metin üretimcisi — düşünceyi görsel-işitsel terimlerle, dilde değil ama hareket ve süre bloklarından üreten bir şey olarak görür. Örneğin, hem sinema hem de felsefe bir zaman kavramı ifade eder; ancak sinema bunu söylemsel soyutlama aracılığıyla değil ışık ve hareketle yapar.

Deleuze’e göre bir sinema teorisi sinema ile “ilgili” olmaktan ziyade sinemanın kendisinin tetiklediği kavramla, içinde alanlar ve disiplinlerarasında yeni bağlantılar ürettiği yöntemlerle ilgilidir. Deleuze sadece sinemayı yeni yöntemlerle kuramsallaştırmaz, aynı zamanda felsefeyi sinemalaştırır. Deleuze felsefe tarihi ve sinema tarihi arasındaki örneğin Eisenstein’ı Hegel’le ya da modern sinemayı Nietzsche veya Bergson’la bağlayan özdeşliklerle ilgilenir.

Deleuze, sinema teorisinin yıllarca süren temalarından bazılarını seçti –gerçekçilik, modernizm, film dilinin evrimi– ama bunları değiştirdi ve yeniden canlandırdı. Örnek olarak gerçekçilik, gösterge ve gönderge [dış dünyada yer alan, bir göstergenin belirttiği nesne veya varlık] arasındaki mimetik [doğa ve insan davranışının sanatta ve edebiyatta taklide dayanan temsili], analojik [benzeşme] eşitlikten ziyade zamanın hissedilen duygusu, yaşanan sürenin sezgisi, Bergsoncu sürenin hareketli kaymalarına tekabül eder. Film gerçeği temsil etmekten çok onu yeniler. Deleuze’e göre çerçeve sabit değildir, zamanın akışında çözülebilir; zaman çerçevenin sınırlarından sızar.

Deleuze’ün yaklaşımı görüntü ve sesleri sınıflandırma girişiminde kendini ilan eden bir biçimde tasniflenmiştir; ancak analizi yapısalcı tasnifler tarzında durağan değildir. Klasikten (“hareket-imge”) modern sinemaya (“zaman-imge”) geçişi kuramsallaştırır. Hareket-imgeden zaman-imgeye geçiş çok boyutludur, aynı anda anlatısal, felsefi ve biçimseldir. Hareket-imge anlatının ilerlemesiyle çözümlenecek temel çatışma oluşturan durumların açık bir sergilemesi nedeniyle klasik sinema ile ilişkilendirilir. Hareket-imge ve özellikle onun en temsiliyetçi formu “aksiyon-imge” neden ve sonuca, organik bağlantılar ve teleolojik gelişmeye ve kahramanın anlatı alanından maksatlı bir biçimde geçmesine dayanır. Tersine modern sinema ile ilişkilendirilen zaman-imge çizgisel neden-sonuç mantığı ile daha az ilgilenir. Hareket-imge fiziksel mekanın keşfini gerektirirken zaman-imge belleğin, düşün ve imgeselin zihinsel sürecini taşır. Anlatısal olarak biçimlendirilmiş aksiyon-imge “optik-ses durumlarının” dağıtıcı, koşullu sinemasına yol verir.

Deleuze’ün kavramına merkezi olan, iki yönden çekilmiş yüzler — çerçeve içindeki parçalara doğru ve çerçevenin dışındaki daha geniş, gelişen bütüne doğru olması — fikridir. Sinema, bilincin kendisi gibi böylece algısal görüngüyü dilimlere ayırır, onları yeniden düzenler ve yeni, kesin olmayan bütünler ya da bütünlüklere biçim verir. Eğer klasik hareket-imge parçaları organik bir bütünlük olarak bütüne ilişkilendirirse, bu bağlamda, zaman-imge devamlılık köprülerinin yıkılmış olduğu bütünleştirilmemiş bu süreç, içinde kesin olmayan ya da eksik nedensellikle otonom çekimler oluşturur.


Kaynak: Robert Stam, Sinema Teorisine Giriş.


Yorum bırakın