Antisemitizm

“Antisemitizm” terimi, kökeni itibarıyla, XIX. yüzyılda Sami “ırkını” oluşturan halkların tamamına karşı düşmanlığı ifade ediyor olmalıydı. Aslında, hiçbir şekilde bir birlik oluşturmayan bu halklar sadece “Sami” denilen bir dil ailesinde (Arapça, İbranice, Aramice, vs.) sınıflandırılan akraba dilleri kullanıyorlardı. Antisemitlerin çoğunluğu sadece Yahudilere karşı mücadele ile ilgileniyorlardı. Ama, özellikle hareketin başlangıcında, birçokları bu mücadelenin tüm sözde “Sami ırkı” halklarının kötücül olduğu varsayılan özelliklerine karşı yürütüldüğünü düşünüyorlardı. [1]

Hristiyanlar için faiz karşılığı borç vermek bir günah idi. Tefeciler, faizle borç verenler 1179’da toplanan Üçüncü Lateran Konsili’nde afaroz edilmişlerdi. 1311-1312’de toplanan Viyana Konsili’nde tefeciliğin günah olmadığını söylemek bile sapkınlık sayılıp kınanmıştı. Sırasıyla 1206 ve 1216’da kurulan Fransisken ve Dominiken tarikatları tefeciliği iğrenç buluyorlardı. Yahudilerin de faiz karşılığı borç vermemesi gerekirdi. Fakat Eski Ahit’in Tesniye kısmında sorunu çözen bir cümle vardır: “Yabancıya faiz karşılığı borç verebilirsin ama kardeşine faiz karşılığı borç veremezsin.” Diğer bir ifadeyle bir Yahudi başka bir Yahudi’de değil ama bir Hıristiyan’a borç veebilir. Bunu yapmanın bedeli ise toplumdan dışlanmadır. [2]

Olguların bilimsel çözümlemesinde, Yahudilere karşı düşmanlık içeren her pratik ya da düşünsel girişimin, tarafsız ve kesin bir terim olan “Yahudi fobisi” olarak tanımlanması daha uygun olacaktı. Antisemitizm terimi, Avrupa’da 1870’lı yıllardan itibaren, büyük hareketlenmeleri kışkırtmayı başaran siyasi Yahudi korkusunun teorileştirilmesine ayrılabilirdi.

Yahudiler, Avrupa toplumlarında edindikleri işlevsel uzmanlaşmalar dolayısıyla günah keçisi olmaya adaydılar. İ.Ö. 63’te, eski vatanı Filistin’de siyasi özerkliğini nihai olarak kaybettikten sonra; bu tarihten önce başlayan, ama Filistin’deki ayaklanmalarının başarısızlığa uğramasıyla (İ.S. 70 ve 135) ve kültür odakları olan Kudüs Tapınağının tahrip edilmesiyle (70) yoğunluğu artan göç sonucunda, Yahudi ulusu (İbrani ya da İsrailli) dağınık bir dinî topluluk haline geldi. Her yerde azınlığı oluşturan ve baskı altında tutulan bu topluluk (Yemen ve Aşağı Volga’daki kısa ömürlü Yahudi devletleri dışında), özellikle Hristiyan ülkelerde sıklıkla ezildi. Özgül dinî adetlerini, kimi etnik çizgilerini koruyan bu topluluklar, ülkelere göre az çok değişen alt kültürler oluşturdular. Sıklıkla yoğun baskıların etkisiyle gerçekleşen Yahudi göçleri de, Yahudiliğin dışsal-yabancı karakterini daha da belirginleştirdi.

Özellikle Avrupa’da, eskiden köylüyken çoğunluğu kentlileşen Yahudiler tefecilik, vergi üstenciliği, feodal malikânelerde yöneticilik gibi halk tarafından kabul görmeyen uygunsuz mesleklerde uzmanlaşmaya zorlandılar ve para ekonomisini bilmeyen toplumlarda bu ekonomiyi temsil eder hale geldiler. Böylece, Yahudiler birçok ülkede, kendi üzerine husumet çeken bir halk sınıfı ya da halk katmanı oluşturdular. Yahudilerin özellikle Batı Avrupa’da, yaşadıkları toplum tarafından yoğun asimilasyonu (ata dinlerinin muhafazası ya da terk edilmesiyle) önceki uzmanlıklarının kalıntılarını ortadan kaldırmadı. [1]


[1] Gerard Bensussan & Georges Labica, Marksizm Sözlüğü.

[2] Niall Ferguson, Paranın Yükselişi.


 

Yorum bırakın