Ortaçağ Bilgini

Ortaçağ bilgini hep sanki kendisinin bulduğu hiçbir şey yokmuş ve sürekli olarak eski otoritelerin görüşlerini aktarıyormuş gibi davranır: Auctoritas‘a başvurma edimi. Bu otorite Doğu Kilisesi’nin Büyükleri, Augustinus, Aristoteles, Kutsal Kitap ya da topu topu bir yüzyıl önce yaşamış bilginler olabilir, ancak Ortaçağ bilgini hiçbir zaman yeni bir şey ileri sürmez ya da yeni bir şey söylüyorsa, bunun kendisinden önce yaşamış biri tarafından zaten söylenmiş olduğu izlenimini uyandırır. İyi düşünürsek, Descartes’tan günümüze dek izlenen tutumun tersidir bu. Descartes’tan bu yana belli bir değeri olan bir filozof ya da bilimadamının alanına kesinlikle yeni bir şeyler getirmiş olması gerekir (Romantizm, belki de Maniyerizm döneminden başlayarak sanatçı için de geçerli olan bir durum). Ortaçağlı ise bunun tam tersini yapar. O nedenle, dışarıdan bakıldığında, Ortaçağ kültür söylemi, içinde farklı görüşlerin yer almadığı büyük bir monoloğu andırır; çünkü herkes aynı dili, aynı alıntıları, aynı argümanları, aynı sözcük dağarcığını kullanma çabası içindedir. Konuya yabancı bir dinleyici sanki hep aynı şeyler söyleniyormuş gibi bir izlenime kapılır ancak Ortaçağ konusunda uzman bir kişi de temel farklılıkları kolaylıkla ayırt edebilir. Kaldı ki Ortaçağlı, auctoritas‘ın istendiği gibi kullanılabileceğini çok iyi bilmektedir. XII. yüzyılda Alain de Lille şunu söylemiştir: “Otoritenin, istendiği gibi deforme edilebilecek balmumundan bir burnu vardır.” Ancak ondan da önce Bernard de Chartre şöyle demişti: “Biz devlerin omuzlarında cüceler gibiyiz”; devler bizden çok daha açıklıkla ve çok daha ileriyi görebilen tartışılmaz otoritelerdir, ancak biz her ne kadar küçük olsak da, onlara dayanarak daha uzağı görebiliriz. Demek ki, Ortaçağ’da yeniliklerin yapıldığına ve ilerleme kaydedildiğine dair bir bilinç vardı, ancak yenilikler bir yandan birtakım tartışılmaz görüşleri, öte yandan da ortak bir dili güvence altına alan bir kültür temeline dayanmalıydı. Bu tutum (sık sık dogmacılığa dönüşse de) bir dogmacılık değildi, Ortaçağlının kaosa ve tarih sahnesinden silinmekte olan Roma uygarlığının kültürel çözülüşüne, içinde insanın elindeki bilgi hazinesiyle kendisini yalnız hissettiği Helenistik dünyanın fikirler, dinler, vaatler ve diller topluluğuna tepki göstermesinin bir biçimiydi. Yapılacak ilk şey, insanların birbirlerini tanıyabilecekleri bir konular bütünü, bir retorik ve bir sözcük dağarcığı oluşturmaktı, aksi takdirde insanların iletişim kurabilmeleri olanaksızlaşacak, (daha da önemlisi) entelektüeller ile halk arasında bir köprü kurulamayacaktı Ortaçağlı entelektüel, Yunanlı ve Romalı entelektüelden farklı olarak, pederşahi bir yaklaşımla ve kendi usulünce de olsa, bu köprüyü kurmaya çalışıyordu.


Kaynak: Umberto Eco, Günlük Yaşamdan Sanata.


Yorum bırakın