Kitap Nedir? — Ulus Baker

Kitap okundukça tüketilen bir meta türü değildir. Okundukça yayılır, ona bir şeyler eklenir, ve metalarda söz konusu olan “katma-değerden” nitelik açısından çok farklı bir katma-değer yaratır. Buna zihinsel-entelektüel-estetik değerler adı verilebilir.

Kitap, ille de Gutenberg’in icadına ve onun tarihsel yayılma sürecine doğru başvurmasak bile, modern çağın bir olgusudur. Burada söylenmek istenen, malzeme olarak kitabın altı bin yıldır var olmasına rağmen, “yazarak düşünmenin” yeni bir olgu olmasıdır. Yazarak düşünme terimiyle yazma sürecinin doğrudan doğruya düşünme süreciyle iç içe geçmesi, ondan zamansal bakımdan ayrılmaz hale gelişi kastedilmektedir.

Michel Foucault’un ünlü “Yazar Nedir?” metninde “bilimsel-felsefi” literatür ile “ebedi” literatürün konumlarının Batı modernitesinde nasıl değiş tokuş edildiğine dikkat çekiliyor: Felsefe ve bilim “yazarın mührünü” ve otoritesini taşımalıydı, çünkü Orta Çağ’dan geç Rönesans’a dek esas “tehlikeli metinler” bunlardı ve otoriteye dayalı kanıtlamalar birincil önem taşıyorlardı. “Edebi” metinlerin ise genel olarak anonim yığınların eseri olarak kabul edilebilecekleri anlaşıyor. Modernlik “yazarlık” işlevinde ve sorumluluğunda bir değiş tokuş gerçekleştirdi. Artık öncelikle “edebi” bir metin yazar imzasını taşıyacaktı, bilimsel metinler ise yazarın kaybolduğu bir sürece açılacaklardı.

Felsefi kitapların söz konusu dönüşümde son derecede önemli bir rolü olduğunu düşünmek gerekir. Felsefi yazma stratejileri edebiyata göre çok zengindir ve farklı tarzlar üretmiştir: ikili veya çoklu diyalog (Platon), münazara, nutuk (discours), deneme (éssai), anekdot, çalışma (traité, treatise), mesel, parodi, compendium, komanter, tez… ve bunların muhtelif oluşumları. Büyük otoriteler “corpus” ya da “lexicon“larla işlerlerdi: Mesela Corpus Aristotelicum. XVII. yüzyılda bile bu çeşitliliği ne kadar yoğun biçimde barındırdığını hatırlamak gerekir: Descartes “soba başındaki” düşüncelerini disipline etme aracı olarak genellikle “nutuk” tarzını seçmişti. Kitap olarak yayınlanmış olmaları henüz çok şey ifade etmiyordu, çünkü “kitabî” bütünlük ile düşünme sürecinin bütünlüğü bire bir çakışıyor değildi. O asırlarda felsefe ve bilim o asırlarda kitapların çok ötesinde verimli olabilecek yayılma tarzlarına henüz sahipti. Ve dikkat edilirse göndermeler ve aktarmalar disiplini XVII. yüzyıl metinlerinde dipnot veya komanterlere kaymaya başlar.

Spinoza’nın Ethica’sını dışarda bırakırsak, felsefeye “kitabın” dahil olması esas olarak Kant’ın işidir. Kant, düşüncelerini belli bir noktada “durdurarak”, “derleyip toparlayarak” bir kitap içine hapsettiği anda aslında o dönemin “Aydınlanma” gereklerine uyuyordu. Felsefe şu ya da bu biçimde “sunulmalıdır”; bunun için yazının düşünceyle bir koşutluğu, aynı andalığı olması, aynı süratte işlemesi gerekir. Eserin kendini anlatması tamamlanmış, bitmiş, sonlandırılmış olmasıyla artık eşanlamlıdır. Böylece kitap bir “bireydir”. Akademik dünyada da bir tezden ya da bir kitaptan beklenen şey belli bir “kapsama alanını” tüketmiş olmasıdır.


Kaynak: Ulus Baker, Kitap Nedir?


 

Yorum bırakın