Kant — Ahlak Felsefesi

Kant ahlakı, “ödev ahlakı” yanında “özgürlük ahlakı” olarak da anılır. Kant’a göre ahlaksal yaşam, bir doğa yasası gibi evrensel olacak, fakat doğada bulunmayıp (nedeni kendinde varlık olarak) insan tarafından tasarlanıp yine insan tarafından işlerlik kazandırılacak olan bir yasadır. Kant’ın “ahlak yasası” adını verdiği böyle bir yasa, kendi aklımız ve istencimizle kendi kendimize koyduğumuz ve eylemlerimizi belirlemesini yine aklımız ve istencimizle onayladığımız bir yasadır. Böyle bir ahlak yasası, insanın hem kendisi için istediği hem başkalarının da isteyebileceği bir yasa olmalıdır. Bu demektir ki, ahlak yasası hem bir bireysel ilke hem bir genel ilke olmayı aynı anda içerir.

Bu ahlakın kuruluşundaki temel öğeler, a) iyi istenç, b) koşulsuz buyruk (kategorik imperatif), c) özgürlüktür. Böyle bir ahlaksal yaşamda amaç mutluluk değildir, ahlak yasasının gereğini yerine getirmeyi ödev olarak gerçekleştirmektir. Ödev, yapmayı, yerine getirmeyi kendi istencimizle üstlendiğimiz, sorumluluğunu üstümüze aldığımız bir buyruktur. Kant, “ahlak yasası”nı şöyle ünlü formülleriyle ifade eder: “Genel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir maksime göre eyle!”, “İnsanlığı, kendinde ve başkalarında, araç değil, amaç olarak görecek şekilde eyle!”, “Otonomi idesine göre eyle! kendi yasanı kendin koy!” Burada tümel/evrensel bir ahlak aranmaktadır ki, bu bir “akıl ahlakı”dır. [4]

“Ödevlere boş vererek kaçınabileceği en büyük felaketlerde bile dürüst bir insanı ayakta tutan (…) insanlığın onurunu korumuş ve ona saygı göstermiş olduğu bilinci değil midir? Bu avuntu mutluluk değildir, mutluluğun kırıntısı bile değildir. Nitekim hiç kimse, böyle bir şeyi, belki de böyle koşullar altında yaşamayı bile, kendisi için dilemeyecektir. Ama insan yaşamaktadır ve kendi gözünde yaşamaya layık olmamaya katlanamaz… İnsan yaşamdan herhangi bir tat aldığından değil, artık yalnızca ödevden dolayı yaşar… Ödevin saygıya değer olmasının, yaşamdan tat almayla hiçbir ilgisi yoktur; onun kendine özgü yasası, kendine özgü mahkemesi vardır. Kişi ödev ile hazzı hasta ruha verilecek bir ilaç gibi birleştirmeyi ne kadar istese de, aralarındaki anlaşmazlıktan ötürü bunlar derhal birbirlerinden ayrılırlar; eğer ayrılmazlarsa ödevin hiçbir etkisi kalmaz; fiziksel yaşam bundan biraz güç kazansa bile, ahlaksal yaşam kurtarılamayacak biçimde yok olup gider.” [6]

Herhangi bir çıkar güderek “iyi bir eylemde” bulunuyorsanız, eyleminiz ahlaki açıdan iyi değil çıkarcıdır, dolayısıyla bencilcedir. Ahlaklı davranmak, Kant’ın dediği gibi insanın “sonunda hiçbir umut beklemeksizin” görevini yerine getirmesidir. Ahlakın, ilkesel olarak umuda ihtiyacı yoktur. Umudu haklı kılmasını sağlayan da budur (yoksa aynı noktaya geri dönülmüş olurdu). Ahlakı zorunlu kılan mutluluk umudu değildir; ahlak bu umudu doğrular.

Ahlakın, ilkesel olarak umuda ihtiyacı yoktur. Öte yandan, din günün birinde ödüllendirileceğimizi umut etmemize izi verir… Din, bir bilgi ya da bir ahlak değil (özgür ve modern bir kafası olan Kant, bilimle uğraşmak ya da ahlaklı davranmak için insanın Tanrı’ya inanması gerekmediğini gayet iyi görmüştür), bir umut önerir. Dolayısıyla insan ahlakın gereğini yerine getirmeli, yani sonunda bir umut beslemeksizin görevini yapmalıdır; aynı zamanda dinin izin verdiği şekilde davranmalıdır, başka bir deyişle yaşarsa öldükten sonra gerçekten mutlu olacağını umut etmelidir. Demek ki insan hayatından umudu kesmememiz için Tanrı’ya ve ahirete inanmamız gerekir. Kant buna “pratik aklın postulatı” ve dinin ilkesi der. Bu Tanrı’nın varlığını kanıtlamaz (bir postulat bir kanıt değildir), bu insanı inanmaya zorlamaz (bir postulat bir görev değildir), ama bizi buna iter, çünkü ahlaki bir konuda anlamsızlığa saplanmamanın tek yolu budur. Kant felsefesinde “umut ufku” denen şeydir bu, aynı zamanda onun dini boyutudur ve bu bir tesadüf değildir. Ama erdemli eylemi motive eden şey, bu umut değildir. Kant’ın yarattığı devrim, geleneksel olarak yapılagelenin tersine, ahlakı dinin egemenliğine değil, dini ahlakın egemenliğine sokmaktır. Tanrı’ya inandığımız için iyi davranıyor değiliz; iyi davrandığımız için ölümden sonra mutlu bir hayat umut edebiliyoruz. Belki de Kant’ın gerçekleştirdiği gerçek devrim budur: Ahlakı kuran din değildir artık; ahlak dini kurmaktadır. [5]

Kant, ahlaki bakımdan iyi diye adlandırılan şeyi insanın doğal arzularının, eğilimlerinin doyurulması olarak açıklayan ahlak kuramını şiddetle reddeder. Ahlaki değerler, insanın empirik-duyusal doğasından türetilemezler ve onlara indirgenemezler. Ahlak değerlerinin kaynağı, insan aklı veya akıllı insandır (onu aşan herhangi bir dış, aşkın ilke değil) ve bu akıl, insanda, ahlak planında kendisini vicdan olarak ortaya koyar. Kant, ahlaklılığın özünü, yapmış olduğumuz eylemin sonucunda değil, motifinde, yani niyetimizde bulur. Saf iyi niyete dayanan ve ödev duygusundan doğan eylemler, sonuçları ne olursa olsun, ahlaki eylemlerdir.

“Evrende, hatta evrenin dışında mutlak olarak iyi diye adlandırılabilecek tek bir şey vardır: O da iyi niyettir.”

O halde, Kant ahlakının temel kaygısı veya amacı akla uygun davranmak, aklın sesini dinlemek ve bir ödev olarak kendisini ortaya koyan ahlaki buyruğa itaat etmektir. Kant, bize “İyi niyetli ol, gerisini düşünme” demektedir. Oysa gerçek hayatta biz hep gerisini, sonuçları düşünmek zorunda değil miyiz? Bundan dolayı ünlü bir Fransız ahlak düşünürü olan C. Péguy şöyle diyebilmiştir: “Kant’ın elleri temizdir; ancak elleri yoktur.” [1]

Kant ahlakı, dışarıdan gelen idealler ve emirlerin yerine iradeyi akılla birleştirip, aklı pratik kılan bir irade reformunu koyduğundan dolayı, mükemmel bir biçimde modern bir ahlaktır. İyilik, akla uygun olan, yani hem evrenselleştirilebilecek tutumlar seçme, hem de insanı bir araç değil de bir erek olarak görme yoluyla evrensel olanı tikel olan dahilinde arayan ahlaksal yasaya tabi olan eylemdir. İnsan, mutluluğunun ya da kendisine erdemli olduğu öğretilen şeyin peşinde koştuğundan değil, göreve, evrensel olanın nüfuzundan başka bir şey olmayan bir bilgi görevine boyun eğdiğinde ahlaksal bir öznedir: “Bilme cesaretini göster. Kendi öz anlığını kullanma cesaretini göster.” [2]

Bilgide yalnız a priori olan ile ilgilenen Kant’ın ahlakta da a priori’yi araması, kesin olan bir ahlak bilgisine varmayı göz önünde bulundurmasındandır. Ahlak alanında da bir a priori varsa, ancak o zaman bilim niteliğinde bir ahlak öğretisi olabilir. Bilgide a priori olmasaydı, düzenli bir doğa tablosu yerine gelişigüzel tasarımlar olurdu. Bunun gibi, ahlak da gelişigüzel olan istekler ve eğilimlere bırakılırsa, tümel-gerçekliği olan bir ahlak kurulamaz, o zaman ancak bir ahlak tarihi olabilir, aman uzay ve zamandan bağımsız bir ahlak olamaz. Ayrıca, “ahlaki” dediğimiz, Kant’a göre insanın a priori olan bir yönü, yani aklı ile ilgilidir; “ahlaki”, içgüdülerde, eğilimlerde ve eylemlerimizin sonuçlarında değildir. Onun için Kant, fenomenler dünyasından gelen bütün etkilerin çok gerisinde bulunan “ahlaki özümüze, salt istençe kadar inmeyi dener.

İnsan, aklı olan tek yaratıktır. Akıl da insanı fenomenler dünyasına yükseltip, ona bir değer, bir onur kazandırır; ona başka bir dünyadan gelen bir sesi işittirir; bu ses de “ahlak yasası”dır, kategorik imperatiftir. Kant’a göre, “dünyada, dünyanın dışında bile iyi istençten başka koşulsuz iyi sayılabilecek bir şey yoktur”. Başka bir deyişle: dünyada ancak tek mutlak değer vardır, o da iyi istenç ya da salt istençdir. Bu kavramın birinci belirtisi eylemin salt ödevden doğmuş olmasıdır. İkinci belirtisini de Kant şöyle formüller: “Ödevden doğan bir eylemin, ahlaki değeri, kendisiyle varılmak istenen erekte (Absicht) değil, bu eylemin kararını verdiren maksimdedir” (kural, ilke). Buradaki “erek” yerine, eylemin fenomenler dünyasında bulunan bir “sonucu” (Erfolg) gözetmesi de diyebiliriz.

İşte Kant’a göre, bir eylem dışarıda bulunan bir sonuç yüzünden değil, ancak kendisine dayandığı maksim yüzünden “iyi” olur; eylemin iyi olmasının ölçütü (kriterium), başardığı, gerçekleştirdiği şey olmayıp, dayanağı olan ilkedir. Ancak bu ilke, a posteriori ya da a priori olabilir; kişi istencini ya a priori bir kurala, ya da doğal motiflere (duygular, itkiler, sonuçlara) göre belirleyebilir. Ama, bir eylemin “iyi” olabilmesi için, a priori bir motife göre, yani aklın buyruğuna, ödeve göre belirlenmiş olması gerekir; dolayısıyla burada sözü geçen ödev maksimidir. Ödev de aklın buyruğu olduğundan, objektif, zorunlu ve tümel-geçerdir. Kant’ın aradığı, hep bu çeşitten “yasa” niteliği olan şeylerdir. [3]


[1] Ahmet Arslan, Felsefeye Giriş.

[2] Alain Touriane, Modernliğin Eleştirisi.

[3] Macit Gökberk, Felsefe Tarihi.

[4] Doğan Özlem, Kavram ve Düşünce Tarihi Çalışmaları.

[5] André Comte-Sponville, Jean Delumeau, Arletta Farge, Mutluluğun En Güzel Tarihi.

[6] Ernst Cassirer, Rousseau, Kant, Goethe.


 

Yorum bırakın