Romantizm

Romantizm fikri, “kendini ifade etmeye ve klasik düzen ve kısıtlama ideallerine karşı tuhaf olana yönelik tutku” olarak tanımlanabilir.

Dünyaya farklı açılardan -objektif bilimsel aklın soğukkanlı ve bağımsız ışığıyla veya bir sanatçının sıcakkanlı, tutkulu yaratılarıyla- bakan görüşler de modern tutarsızlığı oluşturur. İkisi de eş derecede gerçek ve bazen de eş derecede geçerli görünse de, bu iki görüş temelde birbiriyle uyumsuzdur. Bu ikilik ilk defa 18. yüzyılın sonlarına doğru Almanya’da ortaya çıktı. “Romantizm fikri en basit haliyle etik ve siyaset alanında hakikat ve geçerlilik kavramlarının, yalnızca öznel veya mutlak hakikatin değil aynı zamanda öznel ve göreceli hakikatin de, hakikat ve geçerliliğin bizzat kendilerinin yıkımını amaçlıyordu.” [1]

Eleştiri çağının evladı Romantizm’in temeli, ortaya çıkaranı ve tanımlayanı değişmedir. Romantizm büyük bir değişmeydi, sadece yazın kültürleri ve sanat alanlarında değil, ayn zamanlarda bu alanlardaki imgelemin, duyarlılığın, zevkin ve fikirlerin değişmesi anlamında. Romantizm bir ahlak, bir giyinme ve sevme, bir yaşama ve ölçme biçimi oldu. Asi evlat Romantizm, eleştirel aklın eleştirisini yaptı, kesintisiz tarihin zamanıyla (ki bu zaman tarihten önceki başlangıç noktasının zamanıydı), ütopyaların gelecek zamanını (bu ise tutkuların, aşkın ve kanın anlık zamanıydı) karşı karşıya getirdi. Romantizm, 18. yüzyılda eleştirel, ütopik, devrimci aklın tasarladığı büyük yadsıma gibi, modernitenin büyük bir yadsınışıdır. Söz konusu olan modern bir yadsımadır, yani bunun modernitenin içimden bir yadsıma olduğu söylenebilir. [4]

Romantizm’in dorukta olduğu dönem 1780-1850 arasındadır. Romantik düşünürler, bir yandan sanayileşmeye karşı çıkarak basit, kırsal yaşam biçimini yüceltirler; öte yandan Fransız Devrimi’ni, toplumun kendiliğinden gelişen organik evrimini bozmakla itham ederler. Aydınlanma’nın Londra ve Paris’te yaşayan, kozmopolit bakış açısına sahip düşünürler tarafından gerçekleştirildiğini, buna tepki duyan “taşra” Almanya’sında ise Romantizm’in zemin bulduğunu dile getirilir. Bu dönemde Almanya, hem iktisadi açıdan, muazzam sömürgelere sahip İngiltere ve Fransa’dan geri durumdadır; hem de 1870’te ulusal birlik sağlanana kadar yüzlerce prensliğe bölünmüş olduğundan, politik açıdan güçsüzdür. [2] Dolayısıyla romantik düşüncenin gelişimi bu ülkelerde farklılık göstermiştir. İngiltere’de romantizm tamamen estetik bir hareketti. Fransa’da ise, Rousseau’dan ilham alan romantizm daha çok toplumsal eleştiriydi. Almanya’da ise romantizm estetik bir hareket olarak ortaya çıkmış; ama kısa zamanda genişleyerek, bir dünya görüşü ve hatta bir yaşama biçimi haline gelmiştir. [3]

İngiliz ve Fransız düşünürlerin sözcülüğünü yaptığı “evrensel uygarlık” yerine, kendilerini dışlanmış hisseden Alman şairler ve sanatçılar “yerel kültür”lerini yücelttiler. Aydınlanma, aklın evrenselliğini savunurken, Romantizm değişik kültürlerdeki dini inancı, kişisel sezgileri ve duyguları merkeze koydu. Böylece Aydınlanma’nın, Fransız Devrimi’nin “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” şiarından yola çıkarak gerçekleştirdiği “insanlığın özgürleşmesi” hedefi yerine, Romantizm’de milliyetçilik ve köklere dönüş temaları yükselişe geçti. Bu bağlamda, Aydınlanma’nın toplumsal yanı eşitlik fikrinde, bireysel yanı özerklik kavramında; Romantizm’in toplumsal yanı ise milliyetçilik övgüsünde, bireysel yanı ise deha kültünde açığa çıkar. Romantizm, vurguladığı “bireysel deha kültü” nedeniyle daha çok edebiyat, resim, ve müzik gibi sanatlarda etkili oldu. Romantizm’e göre sanatçı, kişisel duygularını dışa vurarak, kendi değerlerini yaratan özgür ruhun sembolüydü. [2]

Romantik bilinç sürekli sınırda olan, sınırları zorlayan bir bilinçtir. Ancak, bu sınırları zorlayan bilinç, mutlaka bir devrim ya da yeniden yaratım şeklinde ortaya çıkmamıştır. Romantik düşünce, bir şeyi bitiren ve başka bir şeyi başlatan bir dönemeç olmamıştır. Bu açıdan romantik tavır Heidegger’in metafizik eleştirisine benzer: Mevcut metafiziklerin temellerini sorgulamak; ama onun yerine yeni bir temel koymamak. Aksine, romantik bilinç, gelenek ile ilerlemenin imkansız birliğini aramıştır. Romantizm, mutlak bir özgünlük peşinde de değildir. O, her zaman, taklidin, tekrarın, ironinin, parodinin, metinlerarasılığın peşindedir. Ancak bu yaklaşım kesinlikle bir hakikat duygusu yokluğuyla suçlanmamalıdır. Romantizm, bir anlamda, hakikatin ancak böylesi bir zeminde aranabileceğinin kabulüdür. Bu nedenle de romantik düşünce, bir anlamda, modernlik ile onun sonrasının tartışılabileceği verimli bir zemin sunar. Hatta belki de postmodernizmin panzehri romantizmdir.

Romantizm hakikat duygusunu yitirmeden onunla alay edebilmeyi mümkün kılar. Hakikat onunla da onsuz da olunmaz bir şeydir. O hem hedeftir hem temsil edilemez. Romantizm işte tam da bunun bilincidir. Modernlik sonrası söylemini çağrıştıran hakikatin bilinemezliği teması romantiklerin baş tacıdır. Hakikatin peşinde olan, ancak onun elde edilemezliğini de fark eden romantizm, biçimin surları içine çekilir. Yani sorunu estetize eder. Estetik, bir anlamda, temsili bir alandır. O alanda, yaşamın belirlenimleri geçerli değildir. Romantizm, yaşamı estetik alanda yeniden kurmak ister. Gerçek olanla estetik olan arasındaki sınır, biçimin duvarlarıdır. Bu anlamda romantik felsefenin kendisi bir yapıttır. Romantizm, kendisini biçimin surları içinde bir yapıt olarak inşa eder. Romantikler için en iyi felsefe yapma tarzı, bu nedenle, edebiyat ve özellikle şiirdir. Şiir felsefenin temsilidir. Şiir felsefedir. Felsefede erişilmez olan mutlak, şiirde temsil edilebilir hale gelir. Romantizm hem bir kaçış hem bir ısrardır. Kaçıştır çünkü mutlağın imkansızlığını kabul eder. Isrardır çünkü onu en azından temsili olarak estetik alanda inşa etmeye çabalar.

Romantizm, hem Tanrı’ya inanmak hem ona isyan edecek gücü kendinde bulmaktır. Romantizm; dinin estetize edilmesi, sanatın ilahileştirilmesidir. Romantizm bir muammadır. [3]


[1] Peter Watson, Fikirler Tarihi.

[2] Yıldız Silier, Oburluk Çağı.

[3] Besim Dellaloğlu, Romantik Muamma.

[4] Octavio Paz, Şiir ve Modernite.


 

Yorum bırakın