Empresyonizmin Doğuşu

Empresyonizmin (izlenimcilik) köklerine, düşünce ve sanatta birbirinden farklı olan ve görünürde çelişen birtakım akımlarda rastlanabilir. Bunların ilki ve en önemlisi, Empresyonizmin görsel sanatlardaki natüralizm geleneğinden doğmuş olmasıdır. Bu anlayış, ressamın işinin gerçeğin ikna edici bir görüntüsünü yaratmak olduğu düşüncesinden kaynaklanmıştır. Görünürde basit olan bu amaç, kendi içinde çözülmemiş belirsizlikler barındırmaktadır: Söz konusu ikna edici tasvir, dünyayı sanatçının bildiği gibi gösteren mi, yoksa onun ve diğerlerinin gördüğü biçimde gösteren midir? İlkel toplumlar, insanın iki gözü olduğu bilgisine dayanarak insan tasvirinin de daima iki gözü olmasını talep etme eğilimindedir. Ne var ki Rönesans’a giden yıllarda ressamlar nesneleri bildikleri gibi değil, belirli bir bakış açısından göründükleri gibi resmetmeye yöneldiler. Böylece profilden görünen bir adam sadece tek gözle yansıtılırken ön plandaki bir adam da arka plandaki şatodan daha büyük resmedildi. Kısacası toplum, perspektif kullanımını kabullenme konusunda eğitildi ve bu o kadar doğal algılanan bir şey oldu ki Avrupalılar, kendi kültürleri dışındaki insanların, bir masanın perspektif çizimini eğri büğrü bir masa çizimi gibi görmelerini anlamakta zorlandılar. Empresyonistlerin başarısı, Rönesans sırasında biçimin sunumu konusunda gerçekleşen devrimin bir benzerini rengin sunumunda gerçekleştirmeleri olmuştur. Sanat tarihinde ilk kez nesneleri, olduğunu bildiğimiz renkleriyle değil gördüğümüz renkleriyle resmeden uzun soluklu ve geniş katılımlı bir girişim söz konusuydu.

Ancak natüralizm Fransa dahil pek çok yerde popüler değildi. Buralardaki sanat çevrelerinde hâkim olan düşünce, gerçeğin betimlenişiyle ilgili problemlerin Rönesans sırasında zaten kesin olarak çözülmüş olduğuydu. Böyle olunca, sanatçının kutsal görevinin tablosunda ideali araması ve yansıtması, yani insanların yaşamlarına aslında gerçeklikte eksik olanı getirmesi gerektiği hissedildi. Sanatçı geleneksel olarak, herhangi bir zanaatkâr gibi, içinde yaşadığı toplumun hizmetinde olmuştu. Natüralizmin yıldızı da sadece, on yedinci yüzyıl Hollanda’sında, tablo satın alanların gerçekliğin betimlenmesine önem verdiği bir dönemde parlamıştı. Bu açıdan bakıldığında, Empresyonistlerin sıradışı bir karar alarak sadece güçlü bir talebi olmayan değil, aynı zamanda toplumda belirgin bir düşmanlık ve küçümseme uyandıran bir alanda eser üretmeleri ancak Romantizmin etkisiyle açıklanabilir.

Romantikler, dünyevi gerçekliğe hiç ilgi duymasalar da bireyin toplum ve doğayla olan ilişkisi konularında güçlü ve etkili görüşlere sahiptiler. Avrupa’da hâkim olan anlayışla karşılaştırıldığında devrimsel nitelik taşıyan iki görüş ortaya koydular. Bunların ilki; bireyin kişiliğinin her şeyden önemli olduğu ve sosyal hiyerarşi içindeki konumunun dayattığı bütün sınırlamaları aştığıydı. Kişinin toplumda kabul gören değerlere açıkça başkaldırması sadece hoş görülebilir değil, bir bakıma da kahramanca idi. Bunu, toplum tarafından yanlış anlaşılmış ve kötü muamele  görmüş, dışlanmış bireyin soylu yalnızlığı fikri izledi. Böylece, önceki kuşaklar tarafından hem acınası hem de gülünesi görülecek bir konum kahramanlaştırılmış oluyordu. İkincisi; doğanın, daha önceki kuşakların inanmaya eğilimli oldukları gibi insanoğlu tarafından düzenlendiği haliyle değil, kendi başına ve kendisi için övgüye değer olduğuydu. Yani, natüralizm bir gelenek ve çözülmemiş bir problem ortaya koyduysa, Romantizm de doğa üzerine çalışmayı çekici kılan bir yaklaşım getirmiş ve sanatçı için, toplumun muhalefetine rağmen bu yolda ilerlemeyi mümkün kılan bir kimlik sağlamıştır.

Courbet ve Barbizon Okulu, Empresyonizmin doğumu için üçüncü bir temel unsuru, -böyle bir yola çoktan çıkmış olan ve örnek oluşturacak gerçek ressamları- yetiştirdi. Sanatı ve fikirleri, hem Romantizm hem de İdealizm tarafından reddedilen Courbet, yine de Romantizmin dışlanmış bireyinin somut örneğiydi. Ornans’ta Cenaze (aşağıda) gibi çalışmalarda, sadece sıradan insanları tasvir etmeyi kendine görev edinmekle kalmamış (ki bu insanların, saygıdeğer bir ressamın tuvalinde yer almaları, toplumun üst tabakalarının salonlarında görülmeleri kadar olanaksızdı), aynı zamanda onları gerçekte oldukları gibi göstererek Millet gibi bir ressamın eserlerindeki köylülerin duygusallaştırılmış yoksulluklarını kabullenmeye hazır olanları bile öfkelendirmiştir.

Gustave_Courbet_-_A_Burial_at_Ornans_-_Google_Art_Project_2
Courbert, Ornans’ta Cenaze — 1850

Bu öfke, hem Courbet’nin hem de rejimin paylaştığı bir inançtan kaynaklanıyordu: Sıradan insanları sanata uygun bir özne olarak ele almak, onların aynı zamanda toplumu yönetmeye de uygun olduğunu kabul etmek anlamına geliyordu. Bu durumda resmî sanatta bu insanların bir aldatmaca gibi boy göstermeleri, devrimci bir Cumhuriyetçi olan Courbet’nin tiksindiği rejimin de bir aldatmaca olduğu mesajını veriyordu. Sanatçılar, Courbet’nin verdiği örneklerden yola çıkarak, gerçekliğin tasvir edilmesinin sadece teknik bir çalışma olmadığını, daha ziyade, önemli toplumsal ve entelektüel çıkarımlar içeren bir aktivite olduğunu öğrendiler. Öğrendikleri bir başka şey de, bir sanatçının toplumun genel anlayışına karşı çıkabileceği ve bunu yaparak yaygı bir kötü şöhret edinirken, aynı zamanda küçük bir azınlığın da hayranlığını kazanabileceğiydi.


Kaynak: Mark Powell-Jones, Empresyonizm (İzlenimcilik).


 

Yorum bırakın