Mihail Bakunin

Bakunin’e göre insan özgürlüğüne karşı üç büyük tehdit vardı. Bunlar Allah, sermaye ve devlet idiler.

Eğer Allah varsa, insan köledir; eğer insan özgürse, o zaman da Allah yoktur; şimdi herkesi bu kısır döngüden çıkarmaya davet ediyorum; seçelim!

Saint-Simon, Proudhon ve Marx’tan etkilenmiş olan düşünür, sermayenin de özgürlüğü yok edici bir güç olduğuna inanıyordu ve bu konuda en büyük silah olarak da miras hakkının ortadan kaldırılması fikrini benimsemişti. Fakat ona göre özgürlüğün en büyük düşmanı sermayenin de yaratıcısı olarak gördüğü devlet aygıtı idi ve devlet ortadan kaldırılmadıkça insanların özgür olması olanaksızdı. Bu ise özel yetenekli liderlerin etkinliğiyle halkın yıkıcı duygularının bilenmesi ve ayaklanması ile mümkün olacaktı.

Bakunin’in devlet teorisi daha çok yıkıcılığa dayanıyor, mevcut devlet aygıtının yok edilmesinden sonra insanların nasıl bir toplumsal organizasyon içinde yaşayacaklarını açıklamıyordu. Bu konuda sadece uygarlığın kazanımları olarak sunulan, fakat insanları köleleştiren tüm kurumlar (okullar, kitaplıklar, müzeler dahil) yok edilmeliydi. Sanayileşmenin yozlaştırıcı etkileri ortadan kaldırılırken, Ortaçağ’a değil, primitif yaşama dönmek ve her şeye sıfırdan başlamak gerekiyordu. Bakunin, “yıkma şehvetinin aynı zamanda yaratma şehveti olduğu” bu yıkıcılıkta başrolü köylülere vermişti.

Bakunin bir işçi devletine inanmıyordu. Bu siyasal iktidar başlangıçta işçi devleti olarak yapılansa da, sonunda mutlaka özgürlükleri ezen despotik bir bürokrasiye dönüşecekti. “Marx’ın tasarladığı sözde halk devleti de dahil, en cumhuriyetçi, en demokratik devlet, son tahlilde bir entelektüel azınlığın kitleler üzerinde yukarıdan aşağıya hakimiyetinden başka bir şey değildir; entelektüel olduğu için ayrıcalıklı da olan bu azınlık halkın çıkarlarını bizzat halktan da iyi tanıdığı iddiasındadır”. Hatta yönetici azınlık işçilerden oluşsa bile durum değişmeyecekti. Çünkü işçiler “halkın temsilcileri ve hükümet durumuna gelir gelmez işçi olmaktan çıkacaklar, dahası, basit işçilerden oluşan kitleye Devlet’in tepelerinden bakacaklardı”. Ve bir proletarya diktatörlüğü de olsa, diktatörlüğün kendi kendini devam ettirmekten başka bir amacı olamazdı. Kısaca “özgürlüğü sadece özgürlük, yani tüm halkın ayaklanması ve aralarında aşağıdan yukarıya kurdukları özgür örgütlenme sağlayabilirdi”.

Bazı derin öngörüler içeren bu entelektüalizm eleştirisi Bakunin’i bilimi küçümsemeye götürmüştü. Bilimle ve “bilimsel sosyalizm”le alay eden anarşist düşünür, bilimin karşısına “yaşam”ı koyuyordu. Ona göre yaratıcı olan yaşamdı; bilim, özellikle de henüz oluşum halindeki toplum bilimleri yaşamı çeşitli cepheleri içinde kavrayamıyor, olayları soyutlayarak kaydetmekle yetiniyordu. Bakunin’in bilim ve üniversitelere yönelik bu eleştirileri daha sonraki anarşist nesillerde çok daha katı formüllere bürünecektir.


Kaynak: Taner Timur, Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi.


 

Yorum bırakın