Yapısalcı Dilbilim — Ferdinand de Saussure

Dil, binyılın felsefi düşüncesinin konularından biri olmakla birlikte yalnızca yirminci yüzyılda düşünce, sanatsal ve toplumsal praksis ve aslında genel olarak insan varoluşu için gerçek bir “anahtar”, temel bir paradigma yaratabilir hale gelmişti. Yirminci yüzyılın metodolojik bir başarı hikayesi olarak, Saussurecü dilbilimin prensiplerinin öncüllerine dayanan yapısalcı dilbilim, yapısalcılığın fazlaca yaygınlaşmasına neden oldu.

A Course in General Linguistics‘te (1916) [Genel Dilbilim Dersleri] Saussure “göstergelerin yaşamını inceleyen bir bilim”i gündeme getirdi, bir bilim ki “göstergeleri nelerin oluşturduğunu, onları hangi kuralların yönettiğini gösterir.” Bu kitap, dilsel düşüncede dili yalnızca gerçekliği kavramamıza yardımcı olan bir şey olmaktan ziyade onu biçimlendiren bir şey olarak gören bir çeşit “Kopernik Devrimi”ni işaret eder.

Saussurecü dilbilim, on dokuzuncu yüzyılın –Hegel’in tarihsel diyalektiği, Marx’ın diyalektik materyalizmi ve Darwin’in Türlerin Evrimi’nde kanıtlanan– zamansal ve tarihselle olan meşgalesinden uzamsal, sistematik ve yapısala olan çağdaş ilgiye doğru genel değişimin bir bölümünü oluşturur. Saussure, dilbilimin, geleneksel dilbilimin tarihsel (artzamanlı) yöneliminden dili belirli bir zamanda işlevsel bir bütünlük olarak gören eşzamanlı bir yaklaşıma doğru uzaklaşması gerektiğini ileri sürdü. Ancak, aslında eşzamanlı olanı artzamanlı olandan ayırmak neredeyse imkansızdır. Gerçekten, yapısalcılığın çelişkileri tarih ve dilin karşılıklı üst üste bindiklerini fark etme konusundaki başarısızlığından kaynaklanır. Ancak yapısalcıların kendileri için “eşzamanlı” ve “artzamanlı” tanımlamaları böylece görüngülerin kendilerine dilbilimci tarafından uyarlanan perspektiften daha az uygulanabilir görünür. Önemli olan vurgunun, kökenlerle ve dilin evrimi ile ilgilenen tarihsel yaklaşımdan, işlevsel bir sistem olarak dile verilen yapısal öneme kaymasıdır.

Bir doktrin olmaktan çok bir metot olan yapısalcılık dili ve tüm söylemsel sistemleri oluşturan içkin ilişkilerle ilgilenir; karşılıklı konuşmanın yüzeyindeki düzenlemelerden çok, dilin altında yatan konvansiyonlar ve kurallara yapılan vurgudur. Saussure’ün çok iyi tartıştığı gibi dilde “sadece farklar vardır.” Saussure, dilin halihazırda insanın anlama yetisine verilen şeyleri, kişileri ve olayları işaret eden isimlerin durağan bir dökümünden çok kavramsal farklılıklarla eşleşen fonetik farklar dizisinden başka bir şey olmadığını ileri sürer. Dolayısıyla kavramlar yalnızca ayırıcıdır, pozitif içeriklerden çok sistemin diğer terimleriyle ayırıcı ilişkileri tarafından belirlenir: “En belirgin özelliği diğerlerinin olmadığı şeyde var olmasıdır.” Teorik bir sistem olarak yapısalcılık içinde, böylece, davranış, kurumlar ve metinler temel ilişkiler ağı bağlamında analiz edilebilir olarak algılanır; ilişki ağını oluşturan ögeler anlamlarını ögeler arasındaki ilişkide kazanır.


Kaynak: Robert Stam, Sinema Teorisine Giriş.


Yorum bırakın