Üniversite — Ortaçağ Şirketi

Ortaçağ loncası ekonomik özyıkıma karşı korunma sağlama amaçlayan bir kurum olarak ortaya çıktı. Loncalar şirketti ve lonca formu zayıflamaya başlayınca değişimle başa çıkma konusunda daha becerikli olan başka türlü şirketler serpilmeye başladı. Ortaçağ şirketi denen şey üniversiteden başkası değildi.

Ortaçağda “üniversite” sözcüğü eğitimle sıkı sıkıya bağlı olmayıp daha çok “bağımsız bir hukuki statüsü olan her türlü tüzel topluluk ya da grup anlamına geliyordu”. Üniversite bir tüzüğe sahip olduğu için bir şirket haline geldi. Tüzük belli bir grubun hak ve ayrıcalıklarını tanımlıyordu; modern anlamda bir anayasa, hatta İngiltere’deki Magna Carta gibi genel bir toplumsal sözleşme değildi. Bir hukuk tarihçisinin sözleriyle ortaçağ “özgürlük sözleşmeleri değil, özgürlükler tüzükleri” tasarlıyordu. Bir grubun kağıt üzerine geçirilebilen ve daha önemlisi yeniden yazılabilen kolektif hakları vardı. Üniversite bu bakımdan ortaçağ taşrasındaki feudum‘dan farklıydı. Feudum yazılı olsa bile kalıcı olması hedeflenen ya da lonca tarafından hazırlanmışsa ömür boyu sürecek bir sözleşmeydi. Üniversiteler neleri nerede yaptıkları konusunda değişik koşullara göre kolayca yeni müzakerelere girebilen –ve sık sık da giren– kurumlardı; zamana göre ayarlanan ekonomik araçlardı.

Feodalizm “kitlelere belli bir emniyet verdi, bundan da nispi bir refah doğdu.” Üniversite istikrarsızmış gibi görünebilirdi, ama tüzüğünü yeniden yazma ve yeniden örgütlenme hakkına sahip olması aslında onu daha kalıcı kılıyordu. Tüzüğün verdiği haklar sayesinde üniversite onu kuran insanların ölmüş olmasına ya da yapılan işin mahiyetinin veya işin yerinin değişmesine bağlı olmaksızın iş yapmayı sürdürüyordu.

Nitekim gerçekten de eğitime tahsis edilen ortaçağ şirketleri binalardan değil öğretmenlerden oluşuyordu. Hocalar kiralık odalarda ya da kiliselerde öğrencilere ders vermeye başlayınca bir üniversite kurulmuş oluyordu. Başlangıçta eğitim amaçlı üniversitenin kendine ait mülkü yoktu. Bilginler Bologna’yı terk edip 1222 yılında Padua’da bir üniversite kurmuşlardı, tıpkı başka bilginlerin 1209 yılında Oxford’u terk edip Cambridge’i kurmaları gibi. “Bu mülksüzlük paradoksal biçimde üniversitelere en büyük gücünü veren şeydi çünkü üniversitelerin tam bir hareket özgürlüğüne sahip oldukları anlamına geliyordu.” Bir şirketin özerkliği onu belli bir yere ve geçmişe köle olmaktan kurtarıyordu.

Ortaçağda belli bir şirketin kendi kurallarını yazıp yazamayacağına, yazacaksa da ne zaman ve nasıl yazacağına devlet karar veriyordu. Ekonomik değişim, devletin garantisi altında bir hak olmuştu. Böylece modern şirket anlayışını ilk tanımlayan şey zaman içinde gözden geçirmeler yapma gücü olmuştur. Bir tüzük zaman içinde gözden geçirilebiliyorsa onun tanımladığı şirket de verili bir zamandaki işlevini aşan bir yapıya sahip demektir. Örneğin müfredatından bir konuyu çıkarması ya da öğretmenlerin başka bir yere taşınması durumunda Paris Üniversitesi’nin ortadan kalkması gerekmiyordu. Sabit koşulları aşan şirket yapısı değişen pazar koşullarından, yeni mallardan ve tesadüflerden yararlanmaya imkân tanır. Bir şirket değişse de kalıcı olabilir.

Şirketin kökenleri Weberci “özerklik” sözcüğünün bir başka anlamını da görmemizi sağlar. Özerklik değişme kapasitesi demektir; özerklik değişme hakkı gerektirir. Modern gözler için apaçık olan bu formül zamanında büyük bir devrimdi.


Kaynak: Richard Sennett, Ten ve Taş.


Yorum bırakın