Devlet

Rousseau’ya göre devletin kurulması ve yasaların yapılması, liberal düşünürlerin savunduğunun aksine herkesin yararına değildir; çünkü devletin kuruluşunun temelinde zenginin kendi çıkarlarını evrenselmiş gibi göstererek yoksulları kandırıp ikna etmesi bulunur.

Özel mülkiyet ve bencilliğin yaygınlaşmasından sonra hâkim olan çıkar çatışması ortamında, zenginin kaybedebileceği daha fazla şey olduğundan, güvenliği sağlayacak bir devletin kurulması onların daha çok yararınadır.

Sonuçta devlet, özel mülkiyetin mülksüzlerden korunması (yani zenginin servetinin korunması) ve eşitsizliğin meşrulaştırılması için icat edilmiştir.

Yoksullar bu değişikliğin kendilerine güvenlik ve eşit haklar sağlayacağını düşünerek razı olur; ama hiçbir şey kazanamadıkları gibi sahip oldukları tek şey olan doğal özgürlüklerini de yitirirler.

Doğal özgürlük, geri dönüşsüz bir biçimde “birkaç hırslı kişinin yararına ve böylece bütün insanlığı çalışmaya, köleliğe ve sefalete mahkum ederek” yıkılır.

Böylece Rousseau, Marx’tan önce devletin egemen sınıfların çıkarına hizmet edip pekiştiren bir aygıt olduğunu iddia ederek liberal devlet anlayışının güçlü bir eleştirisini yapar. [1]


Montesquieu despotik devleti diğer hükümet şekillerini de kapsayan bir bütünlük içinde şöyle tanımlamıştır:

Cumhuriyetçi hükümet bütün olarak halkın veya onun sadece bir kısmının egemen güce sahip olduğu; monarşik hükümet yalnız bir kişinin, ancak yerleşik ve sabit kanunlarla idare ettiği; despotik hükümet ise yine bir kişinin, fakat kanunsuz, kaidesiz ve sadece iradesi ve kaprisine tabi olarak yönettiği bir hükümet şeklidir.

Montesquieu’ya göre her hükümet şeklinin temel kanunları vardır:

Cumhuriyet “erdem” ilkesine, monarşiler “şeref” ilkesine, despotik devletler ise sadece “korku”ya dayanır. Despotun keyfini frenleyecek tek olgu dindir. Ne var ki hükümetlerde bizzat din de “korkuya ilave edilmiş bir korkudur”.

Cumhuriyette olduğu gibi, despotik devlette de herkes eşittir. Ne var ki cumhuriyette insanlar “her şey oldukları için” eşittirler; despotik hükümetlerde ise “hiçbir şey olmadıkları” için eşittirler. [2]


Thomas Hobbes, devlet olmadan her insanın diğerinin potansiyel can düşmanı olduğunu (“İnsan insanın kurdudur”: “Homo homini lupus“) ve bu yüzden suçları ve şiddet uygulamalarını dizginleyebilmek için olabildiğince güçlü bir devlete gerek olduğunu kabul etmiştir.

Kant ise sorunu daha farklı görmüştür. O da devletin ve özgürlüğün sınırlandırılmasının gerekliliğine inanıyordu; herkesin özgürlüğünü başkalarınınki ile “tutarlı kılabilen” yasalara göre “en büyük insan özgürlüğünü tanıyan bir anayasa” talep ediyordu. Devletin her vatandaşının, başkalarının özgürlüğünü olabildiğince az sınırlandırmasını ve onların onun özgürlüğünü sınırlandırdığından daha fazla sınırlandırmamasını sağlayacak kadar özgürlüğü sahip olmasını, devletin güvence altına alınması için kesinlikle gerek olandan daha güçlü olmasını istemiyordu. Özgürlüğün kaçınılmaz şekilde sınırlandırılmasını Kant, insanların bir arada yaşamasının zorunlu bir sonucu olan bir yük olarak görüyordu.

Kant’ın daha sonraki bir yapıtında (Über den Gemeinspruch: Das mag in der Theorie rictig sein, taugt aber nicht für die Praxis, 1793) çok daha iyi geliştirilmiş bir devlet ve özgürlük kuramı  buluyoruz. Kant orada, Hobbes’a karşı yöneltilmiş II. kısımda, bir “arı us ilkeleri” listesi verir. Bunların ilki,

“insan olarak özgürlüktür, ki bu ilkeyi bir ortak yaşamın kurulması için şu şekilde ifade ediyorum: [Belli] bir şekilde … mutlu olmaya beni kimse zorlayamaz, bilakis herkes mutluluğunu kendisine iyi görünen yolda arayabilir… Halka rağmen halkın iyiliğini isteme üzerine kurulu bir hükümet… yani babacı bir hükümet (imperium paternale) düşünülebilecek en büyük despotluktur…”.

Kant’ın söylemek istediği -Hobbes’un tersine- kendi elinde bulunan hayatımızı, etraftaki kurtlara karşı koruyacak kadar iyi kalpli veya bizim iyiliğimizi isteyen, her şeye kadir bir devlet istemediğimiz, tersine asıl görevi haklarımıza saygı göstermek ve onları güvence altına almak olan bir devlet isteğimizdir.

Kant’ın fikirleri daha sonraları Wilhelm von Humbolt tarafından geliştirilmiştir. Humboldt’ün kitabı (Ideen, die Grenzen der Wirksamkeit des Staates zu bestimmen, 1851) aracılığıyla Kant’ın fikirleri İngiltere’ye ulaşmıştır. John Stuart Mill’in kitabı (On Liberty, 1859) Humboldt’ten ve dolayısıyla Kant’tan esinlenmişti, özellikle de Kant’ın babacılığa saldırısından. Bu kitap, kökten liberal İngiliz hareketinin en etkili kitaplarından biri oldu. Mill orada şöyle yazmaktadır:

İster birey ister topluluk olarak, kendilerinden birinin hareket özgürlüğüne insanların müdahale etmesine izin veren tek hedef kendini savunmadır… Uygar toplumun bir üyesine karşı iradesi dışında şiddet uygulamaya, hukuki olarak izin veren tek amaç, başkalarının zarar görmesini engellemektir. O üyenin kendi iyiliği – fiziksel veya ahlaksal iyiliği – [hareket özgürlüğüne] böyle bir müdahale için yeterli bir neden olamaz. Kendisi için daha iyi olacağı için; (başkalarının görüşünce) öyle davranmak daha bilgece olacağı için; hatta öylesi [hukuksal veya ahlaksal olarak] doğru olacağı için bile, hiç kimse bir şey yapmaya veya yapmamaya hukuksal olarak zorlanamaz.”

Bu pasaj, herkesin kendi bildiğince mutlu veya mutsuz olma özgürlüğüne sahip olması gerektiği yolundaki Kantçı ilkeyi yineleyerek, her türlü babacı müdahaleyi yasaklar – eğer müdahale üçüncü bir tarafın çıkarlarının tehlikeye atılmasından kaynaklanmıyorsa. Kimse -hiçbir akraba, hiçbir arkadaş ve kesinlikle hiçbir devlet dairesi, kurum (parlamento gibi), hiçbir partili, hiçbir memur- bir yetişkine vasilik etme ve böylece özgürlüğünü elinden alma hakkını kendinde göremez; üçüncü bir taraf tehlikede olmadığı sürece.

Sonuç olarak, Kant, Humboldt ve Mill, devletin gerekliliğini, devleti olabildiğince dar sınırlar içinde tutacak bir şekilde temellendirmeye çabalıyorlardı. Fikirleri şuydu: Devlete gereksinimimiz var, ama ondan olabildiğince az talebimiz var, bütüncü bir devletin tam tersi – babacı, otoriter, bürokratik bir devlet değil; kısaca bir mini devlet istiyoruz. [3]


[1] Yıldız Silier, Özgürlük Yanılsaması.

[2] Taner Timur, Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi.

[3] Karl Popper, Hayat Problem Çözmektir.


 

Yorum bırakın