Ateizmin Daha Kısa Tarihi

Ateizm, kuşkuculuk (septisizm), “özgür düşünme” ve sonradan bilinemezcilik (agnostisizm) gibi başka biçimlerle yan yana ya da onlara karşı gelişen inançsızlığın bir türüdür. Bütün bu inançsızlık türleri kendilerine özgü özelliklere sahip olsa da hepsi Batı düşüncesini ve genel olarak Batı toplumunu ele geçirmiş katı Hristiyan öğretisinin kıskacının giderek gevşemesini anlatan geniş kapsamlı anlatının bir parçasıdır.

Antik dönem uzmanları bizim “ateizm” olarak adlandırdığımız şeyin klasik zihniyete yabancı olduğunu sık sık vurgularlar. Tanrılarla veya yaptıkları işlerle ilgili anlaşmazlıklar vardı elbet, hatta bazı tanrıların varlığının zaman zaman reddedilmesi bile söz konusuydu. Ancak ateizme, içkinliğe -var olan dünyanın herhangi bit deneyüstü alemden tamamen bağımsız olduğuna- dair modern anlayışın temelinde yatan görüşe onların aklı neredeyse ermezdi.

Tanrı’nın varlığını inkar eden “ateistlerin” ilk ortaya çıkışları Avrupa’da ansızın yükselen büyücülük olaylarıyla eş zamanlı yaşanmıştı. Her ikisi de eski orta çağ  teolojisinin mabedi parçalanıp yerini başka bir şeye bırakırken toplumlara rahat yüzü vermeyen kuşku ve belirsizliğin yansımalarıydı.

Ateizmin kişinin kendi inanışının (ya da inanmayışının) ifadesi olarak ortaya çıkması, Paris’te zamanın meşhur entelektüel toplantılarının yapıldığı on sekizinci yüzyılın ortalarına kadar söz konusu olmamıştı. İlk ve asıl destekçi olması (kronolojik olmasa da) ve yankı uyandırması bakımından ateistlerin ilki Diderot’dur (1713-1784).

Diderot, tezini savunurken Hristiyanlar tarafından inancın modern savunucuları diye kabul edilen Descartes’ın matematiksel fiziğini ya da Newton’un evrensel mekaniğini reddetmek yerine, kendisinin iddia ettiği üzere, onları hayata geçiriyordu. Bunu yapmakla ateizmin öncü ama kesin önermesini ortaya koymuş oluyordu: Her şeyi yaratıcı doğası olduğu, kendi faaliyeti içinde maddenin ilelebet bütün değişimi ve bütün yaratımı gerçekleştirdiği ilkesi.

Aslında Fransa bağlamında ateizmin itibar kazanmasını taçlandıran Fransız Devrimi olmuştu. Sosyo-politik açıdan, ateizm ansızın devlet düşmanı olmaktan çıkarak devlet inancına dönüştü. Yeni inşa edilen Akıl Tapınakları ve Akıl Kültü’nün kurulması bunun bilhassa canlı ve yakın göstergesidir.

Bütün bunlar o sıralarda yeni yeni kendini gösteren Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan devrimci deneyimle taban tabana zıttı. Daha Amerikan ve Fransız Devrimleri sırasında “laik” Avrupa ile “dindar” Amerika arasındaki meşhur bölünmenin başlamıştı. ABD’de Fransız devriminin anti-klerikalizmine uzaktan ya da yakından benzeyen bir durum söz konusu değildi. Bunun sonucunda ABD ateizme ne kadar kapalıysa Fransa da o kadar yakındı.

Eğer Fransız Devrimi ateizmin Fransa’da resmen saygınlık kazanmasını sağladıysa, Britanya’da bunun tam tersi söz konusuydu. Böyle bir değerlendirme pek dengeli olmasa da Britanyalıların aklına Fransız Devrimi şiddet, aşırılık, cinayet ve ahlaksızlıkla birlikte kazınmıştı. Bunun sonucunda, “ateizm” kavramının on yedinci yüzyıldaki gibi taciz edici bir terim ve güvensizlik ifadesi olan eski kullanımı on dokuzuncu yüzyıl Britanyası’nda da sürecekti. Viktorya dönemi zihniyetinde ahlaksızlıkla hukuksuzluğun iki büyük korku unsuru olarak ortaya çıkması, durumu daha da şiddetlendirmişti. Ateizmin kaçınılmaz olarak bunları getirdiği düşünülürse, o da savaşılacak bir kötülüktü. Britanya’da Viktorya döneminde dini inanç ve ibadetin olağanüstü boyutlarda geri gelmesiyle bu iyice tırmanmıştı.

On dokuzuncu yüzyılın sonunda ateizm nihayet saygın bir entelektüel duruş olarak belirmeye başladıysa bile yaygın bir kültürel fenomen olmaktan hala çok uzaktı, entelektüel seçkinlere özgü bir anlayış olarak kaldı.

Sonuç olarak, “Ateizm” terimi tam da modernitenin doğum sancıları hissedilmeye başladığı zaman icat edilmişti: Teizmin hakikatine doğrudan ve dışarıdan meydan okuma olarak ateizm modern bilgi kuramı ile hassasiyetlerinin gün yüzüne çıktığı bir zamanda ortaya çıktı; entelektüel bir fenomen olarak gelişen ateizm modernitenin kendisi geliştikçe giderek saygınlık kazanıp daha geniş bir etki alanına sahip oldu.

Gerek modernite gerekse ateizm yirmi birinci yüzyıla yaklaşırken parçalanıp yerlerini daha bulutsu ve alacalı bir şeye bırakmaya başlamadan önce yirminci yüzyılın ortalarında/sonlarında “tam tepeye” ulaşmış gibi görünüyor.


Kaynak: Gavin Hyman, Ateizmin Kısa Tarihi.


 

“Ateizmin Daha Kısa Tarihi” üzerine bir yorum

Yorum bırakın