Eğitim Sistemi Eleştirisi

Eğer geleceğimiz gerçekten yaratıcı ekonomiye dayanacaksa ve boş zamanlarımız daha fazla bir şeyler yapmakla geçecekse, genç insanları da buna uygun biçimlerde hayata hazırlamak gayet makul. Bunun için ‘ne düşüneceğini değil, nasıl düşüneceğini öğreten’ bir sistem talep edilmeli.

Mevcut resmi eğitim sistemlerimizde halihazırda da hayran olunası pek çok şey olduğunu reddetmiyorum, sadece biraz yeniliğe her zaman yer açılabileceğini söylüyorum. Özellikle de eğitimin gelecekte nasıl verilebileceği ve nasıl alınabileceğini yeniden hayal etmek için sayısız fırsat yaratan dijital devrimin yıkıcı etkilerini dikkate aldığımızda.

Tüm dünyadaki okullar ve üniversiteler dijital çağın getirdiği olanaklara ve zorluklara hızla ayak uydurdular. Konunun uluslararası saygınlıkta uzmanlarınca verilen web derslerine ücretsiz erişim sağlayan MOOC’ların (Massive Open Online Courses / Kitlesel Açık İnternet Dersleri) gelişimine tanıklık ettik. Sonra bir de eski tip bire bir derslerin yerini internet kullanımının aldığı, öğrencilerin fiziki okul veya üniversite mekanını fikirlerini geliştirebilecekleri ve paylaştırabilecekleri sosyal platformlar olarak kullanabildikleri ‘tersyüz sınıflar’ nosyonu var. Bu adımlar kendi tarzlarında özgürleştirici, öğrencilerin daha bağımsız düşünceli ve daha kendine yeter biçimlerde gelişmesine yardım eden, bir yaratıcılık kültürünün gelişmesini destekleyen adımlar.

Dünyanın pek çok noktasındaki sınıflarda, öğrenciler derslerde uslu uslu otururlar ve Einstein ve Galileo’nun bilimsel keşiflerini, Shakespeare’in oyunlarını ve Napoleon’un kahramanlıklarını dinlerler. Dinlerler, öğrenir ve notlar alırlar. Sonra da öğretilenleri iyi öğrenip öğrenmediklerini ölçen bir teste tabi tutulurlar. Halbuki bu insanlarla ilgili bir şeyler öğrenmelerinin öncelikli sebebi Einstein, Galileo, Shakespeare ve Napoleon’un, hepsinin hakim bilgiyi yok sayarak ve yıllanmış varsayımları sorgulamaya cüret ederek büyük işler başarmış olmalarıdır. Başka bir deyişle, sivrilmişlerdir çünkü kendilerine söyleneni yapmamışlardır. Öğrenciler bu büyük zihinlerin başardığı şeyleri öğrenirken bunları nasıl başardıklarına dair daha değerli dersi her zaman alamıyor olmasınlar sakın?

Bağımsız düşünmeye ve bir sorun üzerinde çalışırken kendi fikirlerini oluşturabilecek güvenin geliştirilmesine yardımcı olacak okullara ihtiyacımız var. ‘Bilgiler’ başlangıç noktasıdır, varış değil. Verilen bilgiyle ne yapıldığıdır farkı yaratan. Yöntem, malzemeler ve mecra seçimi —ve getireceği yorum— hep ona bağlıdır. Yaşamın belirsiz olduğu ve asla tek bir yanıt olmadığı varsayımıyla hareket edilmelidir. Her şeyin dikkate alınması gerekir ve farklı bakış açıları kaçınılmazdır.

Verilen bilgiyi geri almaya dayanan mevcut merkezi sınav sistemimizin değeri hakkında kuşkular duymamıza neden olur bunlar. Elbette temel bilgileri öğrenmek gerekir ve bir tür test veya sınav faydalıdır. Ancak bu tür testler günümüzde olduğu gibi temelde bilgiyi geri almaya mı dayanmalıdır? İhtiyaç duyacağınız bütün bilgiler sadece bir tık ötedeyken öğrencinin eline biraz kör bir bıçak tutuşturmak olmuyor mu bu? Ayrıca bu sınavların bildiklerini gösterebilecekleri bir fırsat sunmak yerine sadece genç insanların neyi bilmediklerini ortaya çıkarma riski yok mu? Bu —hem öğrencinin hem de akademik kurumun duyduğu— rezil olma korkusu yaratıcılığın önünü baştan kesiyor olmasın? Ya sınavlar öğrencilerin gözlerini açmak yerine birer at gözlüğü iliştiriyorsa?

Peki ya okullarda ve üniversitelerde yaratıcılığın statüsü yükseltilse ne olur? Akademik kurumlar müfredatı sınavlardan çok, şekillenmesinde çocukların da yer aldığı projelere dayandıran bir yaklaşımı eğitime dahil etmeye teşvik edilmiş hissedebilirler böylece. Belki Yanlış ile Doğru’yu ayırt etmekten çok Yeni ve İlginç olanı ödüllendirmek, yaratıcı bir ekonominin gereksindiği yeteneklerin gelişimine daha fazla katkı sunabilir.

Rolü illa ki bütün yanıtları bilmek değil ama ilerlemeye ve yeni şeylerin ortaya çıkmasına yardımcı olacak Sokratik benzeri karşılaşmalar yaşatmak olan bir öğretmenin yöneteceği tartışmalar aracılığıyla böylesi bir yaklaşım öğrencilere birbirlerinin çalışmalarını eleştirmek için de daha fazla fırsat sunacaktır. Amaç dalga geçmek veya küçümsemek değil ama ufukları geliştirmek, sorunları tespit etmek ve tutarsızlıkları bertaraf etmek olacaktır. Eleştirel olmayı ve eleştirilmeyi öğrenen, her türlü yaratıcılık için son derece hayati olan düşünsel özeni ve duygusal esnekliği kazanan öğrenciler eğitimlerini tamamladıklarında kendilerine dair farkındalıkları gelişecek ve kendilerine olan güvenleri artacaktır.

Öğrencilerin tek tek beğenilerine ve ilgilerine göre şekillenmiş yarı-ısmarlama müfredatlar oluşturmaya şimdiden başlayamaz mıyız? Geçmişte, kaynaklarla ilgili pratik nedenler ve sınavlarla ilgili gereklilikler yüzünden bu mümkün olmamıştı. Ancak hızla gelişen teknolojik destekler, daha az sınav merkezli bir yaklaşımla birleşse, bir değişim fırsatı kendine alan bulabilir. Yaşamlarını ve ilgi alanlarını yönetmek için teknolojiyi kullanma alışkanlığıyla büyüyen öğrenciler kuşağının geleceği söz konusu olduğunda herkese hitap eden tek bir model ne kadar uygulanabilirdir?

Öğrencilerin çoğunun sosyal medya bağlantılarıyla ve hatta şarkı listeleriyle çoktan kişiselleştirdikleri birer dünyaları oluyor. Yukarıdan aşağıya lineer bir eğitim sisteminde ısrarcı olmak dijital barajı bir parmakla durdurmaya çalışmaya benziyor giderek: Kişiselleşmiş öğrenim talep eden milyonlarca bireyle patlamaya hazır bir baraj hem de.

Öğretmenlerin yasa uygulayıcı ve sınayıcı olmak yerine imkan tanıma ve işbirliği yapma rolünde olması öğrencilerin kişisel ilgi alanlarını bulmalarını sağlar, dolayısıyla da genel olarak dünyada bir anlam bulmalarına yardım eden özgürlüğü getirir. Her şey merkezi sınavlara göre ayarlandığında bu mümkün olmuyor, ancak test odaklı sistem biraz gevşetilirse söz konusu olabilir. Öğrenciler eğitim hayatlarını tamamladıklarında kendini geleceğe hazır hisseden ve gelecek fikrinden ve geleceğe yapabilecekleri katkılardan heyecan duyan, bağımsız zihinlere sahip, düşünsel açıdan merak duygusu güçlü, kendine güvenen ve her işin altından kalkabilen bireylere dönüşmüş olmalılar. Günümüzde durum bu değil maalesef. Gençler okullarını bitirdiklerinde kendilerini birer başarısızlık abidesi gibi gören, kendilik duyguları zarar görmüş ve güvensiz halde olabiliyorlar.

O kadar çok şey değişim sürecinde ki, akademi ile ilişkilerimiz de dahil buna. Düşünsel alanda iddialı, yaşlanan bir nüfus, öne çıkan yaratıcı ekonomi ve dijitalize olmuş bir dünyanın bir araya gelmesi çoğumuzun eğitimle bağlarımızı yenilememize veya genişletmemize yol açacak. Resmi eğitimin henüz yetişkinliğe geçtiğimiz yaşlarda sona ermesi, gelecekte son derece tuhaf bir fikir gibi gelecek kulağa. Kişinin hayatta tek bir kariyere sahip olması fikri de aynı şekilde yadırganacak. Eğer seksen yaşına kadar çalışmaya devam edeceksek, aynı sabanı on yıllarca sürmekten ziyade çok sayıda alanda çalışmanız beklenir.

Ve bu da bir yaştan sonra tekrar okula, koleje veya üniversiteye dönmek anlamına gelecek. Ve döndüğümüzde bu akademik kurumların, dünyayla paylaşmaya hazır oldukları müthiş yetenek ve kaynak havuzlarıyla, artık ‘Girilmez’ yazılarıyla donatılmış yüksek duvarlı bahçeler değil ama bize esin almak, bilgi edinmek ve düşünme şansı bulmak için bağlanabileceğimiz, düşünsel anlamda yüklü birer yuva sunan, açık ve heyecan verici limanlar olduklarını göreceğiz.


Kaynak: Will Gompertz, Sanatçı Gibi Düşün.


Yorum bırakın