Modern ve Postmodern

“‘Modern’ kelimesi Latince ‘modernus’ biçimiyle ilk defa beşinci yüzyılda, resmen Hıristiyan olan dönemi, Romalı ve pagan geçmişten ayırmak için kullanıldı. İçerikleri sürekli değişse de, ‘modern’ terimi hep, kendini eski’den yeni’ye bir geçişin sonucu olarak görmek için, antikçağla kendisi arasında bir ilişki kuran dönemlerin bilincini dile getirmiştir.” – Jurgen Habermas.

Modern aslında bugüne hâkim olma, bugünde geçerli olma halidir. Onun ne olduğu, hangi içerikle dolu olduğu önemlidir. Belki de dört temel kuşağı birbirinden ayırt edebilir. İlk modern Hıristiyanlık ya da simge olarak Aziz Pavlus ve Hıristiyanlığın bütün kurumları, Orta Çağ, Kilise. İkinci kuşak modern, “gerçek” modern olarak bildiğimiz Aydınlanma’dır, akılcı düşüncedir. Teolojik olan yerine akılcı bir modern. Tanrı merkezli olan yerine insan merkezli bir modern. Üçüncü dalga ikinci dalganın içinden çıkan bir dalgadır, modernizm. Estetik modernizm. Modernden doğan ama modernin gözünü oyan modernizm. Hatta bunu da bir ön dalga modernizm olan romantizmle başlatabiliriz. Dördüncü dalga ise postmodern dönemdir. [2]

1. Modernlik — Postmodernlik

Modernliğin genellikle Rönesans’la ortaya çıktığı savunulur; modernlik, eskiler ve modernler arasındaki tartışmada olduğu gibi antikiteyle ilişkili olarak tanımlanmıştır. Terimden bugün anladığımız şeyin büyük kısmını türettiğimiz, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı Alman sosyoloji teorisinin bakış açısından ele alındığında, modernlik geleneksel düzenle karşıtlık içerisinde konulur ve toplumsal dünyanın adım adım iktisadi ve yönetsel olarak rasyonelleşmesi ve farklılaşmasına işaret eder (Weber, Tönnies, Simmel). Bunlar modern kapitalist-endüstriyel devleti doğuran ve sık sık antimodern bir perspektiften görülmüş olan süreçlerdir. [1]

“Modernlik, oy yedinci yüzyılda Avrupa’da başlayan ve sonraları neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerine işaret eder. Bu yaklaşım, modernliği belirli bir zaman süreci ve coğrafi çıkış noktasıyla ilişkilendirir; ama, onun temel karakteristiklerini de şu an için bir kara kutu içinde dikkatlice istiflenmiş olarak bir kenara bırakır.” – Anthony Giddens. [2]

Hem Baudrillard hem de Lyotard postendüstriyel bir çağ yönünde gelişen bir hareket olduğunu varsayar. Baudrillard simülasyonların ve modellerin toplumsal dünyayı gerçek ve görünüm arasındaki ayrımın silinmesine yol açacak ölçüde şekillendirmesine yol açan, üretimci bir toplumsal düzenden yeniden üretimci bir toplumsal düzene geçişte, yeni teknoloji ve enformasyon biçimlerinin merkezi bir rol oynadığını vurgular. Lyotard’ın özgül ilgisi “toplumun bilgisayarlaşması”nın bilgi üzerindeki etkilerine yöneliktir ve anlatısal bilginin yerine dil oyunlarının çoğulluğunun, evrenselciliğin yerine yerelciliğin geçmekte olduğuna delalet etmesinden ötürü postmodernlikteki anlam yitimine kederlenmemek gerektiğini savunur. Lyotard son zamanlarda postmodernin modernin bir parçası olarak görülmesi gerektiğini vurgulamayı tercih etmektedir: “Tarihsel bir ‘dönemleştirme’ düşüncesini barındırmasından ötürü ‘postmodern’ muhtemelen çok kötü bir terim. Gelgelelim, ‘dönemleştirme’ hâlâ ‘klasik’ ya da ‘modern’ bir idealdir. ‘Postmodern’ yalnızca bir ruh halini ya da zihinsel durumu gösterir”. Fredric Jameson ise daha belirli bir dönemleştirici postmodern kavramı kullanmakla birlikte, bunu bir çağ değişmesi olarak düşünmeye gönülsüzdür; postmodernizmi daha ziyade İkinci Dünya Savaşı sonrasından kaynaklanan kapitalizmin üçüncü büyük aşamasının, geç kapitalizmin kültürel egemeni ya da kültürel mantığı olarak kavrar.

Fransızca’da modernité kelimesinin kullanımı (bu kavram on dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren kullanılmaya başlamıştır [2]), modernliğin zamanın süreksizliği, gelenekten kopma duygusu, yenilik duygusu ve şimdinin geçici, yüzergezer ve olumsal doğası karşısında duyarlı olunmasına yol açan modern hayatın bir niteliği olarak görüldüğü modernlik tecrübesine işaret eder. Foucault’nun savunduğu gibi, şimdinin ironik bir tarzda kahramanlaştırılmasını gerektiren ve Baudrillard’i çağrıştıran modern olmanın anlamı budur: Modern insan kendisini sürekli icat etmeye çalışan insandır. Bu girişim, 19. yüzyılın ikinci yarısında gelişen yeni kent uzamlarındaki ve olgunlaşma yolunda ilerleyen tüketim kültürü ortamındaki hayat tecrübesine anlam verme doğrultusundadır.

Jameson sinir sistemimizi ve bedenimizi genişletmeye zorladığını savunduğu postmodern mimarinin hiperuzam tercübesinden bahseder. Jameson’ın saptadığı postmodern kültürün öbür iki boyutu; gerçekliğin imajlara dönüşmesi ve zamanın bir dizi ebedi şimdiler halinde parçalanmasıdır.

Postmodern teorisyenler, gösterenleri [signifier] anlamlı bir anlatı oluşturacak şekilde birbirine bağlayamayacak kadar hızlı bir şekilde farklı görüntüler arasından gezinen, sadece yüzeydeki görüntülerin çokkatlı zihinsel yoğunluklarından ve bunların verdiği duygulardan hoşlanan insan tipinden bahsederler.

2. Modernleşme — Postmodernleşme

Modernleşme terimi düzenli olarak gelişme sosyolojisinde iktisadi gelişmelerin geleneksel toplumsal yapılar ve değerler üzerindeki etkilerine işaret etmek amacıyla kullanılmıştır. Ayrıca modernleşme teorisi endüstrileşme, bilimin ve teknolojinin gelişimi modern ulus-devlet, kapitalist dünya piyasası, kentleşme ve öbür altyapısal öğelere yaslanan toplumsal gelişme aşamalarından söz etmek amacıyla kullanılır.

Baudrillard’ın postmodern bir simülasyonel dünya tasviri, meta üretiminin gelişmesinin enformasyon teknolojisiyle birlikte “anlamlandırma kültürünün zaferi”ne yol açtığı varsayımına yaslanır. Bu da belirlenimin yönünü ters çevirir; böylece toplumsal ilişkiler değişken kültürel göstergelerle öylesine dolu taşar ki, bundan böyle sınıftan ya da normatiflikten söz edemeyiz ve “toplumsalın sonu”yla yüz yüze geliriz. (Baudrillard “postmodernleşme” terimini kullanmaz.) [1]

3. Modernizm — Postmodernizm

“‘Modernlik’ terimini modern dünyayı doğuran değişimlerin hepsini -düşünsel, toplumsal ve politik değişimler- kapsamlı bir şekilde tarif etmek üzere kullanıyorum. ‘Modernizm’ on dokuzuncu yüzyılın sonunda Batı’da ortaya çıkan bir kültürel harekettir ve sorunları daha da karmaşıklaştırmayı göze alarak söylenmelidir ki; modernizm bir açıdan modernliğe karşı gelişen eleştirel bir tepkiydi.” – Krishan Kumar. [2]

Modernizm, 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan (kimileri 1830’ların bohem avangardına dek gidilmesi gerektiğini savunur) ve son zamanlara dek çeşitli sanatlarda başatlık kuran sanat hareketleriyle ilintilendirdiğimiz üsluplara işaret eder.

Modernizmin temel özellikleri şöyle özetlenebilir: Estetik bir özbilinçlilik ve düşünümsellik [reflexivity]; eşzamanlılık ve montaj lehine anlatı yapısının reddedilişi; gerçekliğin paradoksal, muğlak ve belirsiz açık uçlu doğasının araştırılması; yapısızlaştırılmış [de-structured], bütünlüksüz özneye ağırlık verilmesi lehine tümleşik [integrated] bir kişilik nosyonunun reddedilişi. [1]

“Postmodernlik, kendi orijinal projesinin uygulanamazlığını kabul eden modernliktir. Postmodernlik, kendi imkansızlığıyla uzlaşan modernliktir.” – Zygmund Bauman. [2]

Sanat bağlamında postmodernizmle ilintilendirilen merkezi özellikler şunlardır: Sanat ve gündelik hayat arasındaki sınırın silinişi; yüksek kültür ve kitle kültürü/popüler kültür arasındaki hiyerarşik ayrımın çöküşü; eklektizmi ve kodların harmanlanmasını destekleyen bir üslup melezliği; parodi, pastiş, ironi, oyunculluk ve kültürün yüzeysel “derinliksizliği”nin selamlanışı; sanat üreticisinin özgünlüğünün/dehasının gözden düşüşü; sanatın ancak yinelenmeden ibaret olabileceği varsayımı.

Daniel Bell’e göre modernliğin temel kültürel varsayımı, iktisadi alanda burjuva girişimciyi ve kültür alanında engellenmemiş benlik (bu ilk ifadesini modernizmde bulur) doğrultusundaki sanatsal arayışı doğuran, kendi kaderini çizen özerk birey idealidir. Bell’e göre modernizm, kitlesel tüketimin hazcı kültürüyle bütünleşerek, geleneksel burjuva değerlerini ve Püriten etiği altüst eden hasmane bir kültürü zincirlerinden boşaltan çürütücü bir güçtür. Postmodernizm, modernizmin çatışkılı eğilimlerinin iyice şiddetlenmesi olarak görülür; arzu, içgüdü, zevk arayışı zincirlerinden boşalınca, toplumun yapısal gerilimleri artar ve alanların birbirlerinden kopması kızışır, modernizmin mantığı en uca taşınmış olur.

Jameson kültürün tüm yönlerinin birdenbire değiştiğini ve dönüştüğünü varsayan dönemleştirme görüşünü benimsemede bir miktar gönülsüz olsa da, Mandel’in analizini izler ve modernizmi tekelci kapitalizm aşamasıyla bağlantılandırır. Jameson aynı zamanda hiç gönderme yapmaksızın Baudrillard’ın izinde bir miktar yol kateder ve şunu savunur: Postmodernizm “kültürün tüm toplumsal dünyaya, toplumsal hayatımızdaki her şeyin… ‘kültürel’ hale geldiği söylenebilecek ölçüde müthiş bir hızla yayılmasına” yol açan günümüz çokuluslu kapitalizminin “merkezsizleştirilmiş küresel şebekesi”nde yeniden üretimin oynadığı temel role yaslanır.

Modernizmin bakış açısından, postmodernizm kültürel başıboşluğun bir göstergesi ve arazıysa eğer, postmodernizmin bakış açısından, modernizm de giderek popülerleşen kendisiyle ilintili modernlikle birlikte, düzen, birlik ve tutarlılık imgelerine vurgu yapan bir sabitliktir. Her iki terim birbirini besler ve sıklıkla kavramsallaştırma süreci toplumsal ve kültürel gerçeklerin önüne geçtikçe aralarındaki farklılaştırmayı keskinleştiren bir çift değişkenli karşıtlık mantığınca [logic of binary opposition] sevk ediyor izlenimi bırakırlar. [1]


[1] Mike Featherstone, Postmodernizm ve Tüketim Kültürü.

[2] Besim F. Dellaloğlu, Benjaminia: Dil, Tarih ve Coğrafya.


 

Yorum bırakın