Köylülerin Mülksüzleştirilmesi

15. yüzyılın başından itibaren serfliğin ortadan kalkışıyla birlikte, İngiltere’de nüfusun büyük bölümünü kendi topraklarını işleyen özgür köylülerin oluşturduğunu söyleyen Marx, kapitalist ilkel birikimin başlangıç noktası olarak bu köylülerin topraklarının ellerinden alınışını ve böylelikle proleter haline gelişlerini gösterir. Marx, “Kapitalist üretim tarzının temelini atan devrimin ilk perdesi”nin 15. yüzyılın sın 30 yılı ve 16. yüzyılın ilk 10 yılında açıldığını söyler. Feodal beylerin, hizmetliler ile uşaklar takımına yol vermesiyle, emek pazarına serbest bir proletarya yığını sürülmüştür.

Ancak, halkın mülksüzleştirilmesi süreci 16. yüzyılda, reformasyon esnasında kilisenin mallarının yağmalanmasıyla büyük bir hız kazanmıştır. Manastır ve benzeri kuruluşların kapatılması ile birlikte, buralarda barınanlar proleter hale gelmiştir. Kilise topraklarının satışının ardından kuşaklar boyunca burada kiracı olarak barınanların yığınlar halinde sürüldüklerini ve bu toprakların birleştirildiklerini söyleyen Marx, bunun yarattığı sefaletle birlikte dilenciliği resmen kabul eden bir yasa çıkarıldığını belirtir.

17. yüzyılda, Stuart Hanedan’ının restorasyonundan sonra, toprak sahipleri, büyük bir gasp harekatı başlatarak, feodal toprak ayrıcalığını kaldırmış ve böylelikle devlete karşı yükümlülüklerinden kurtulmuş, devlet zararını ise köylülere yüklediği vergilerle telafi etmiştir. Marx, Orange Prensi William’ın Şanlı Devrimi’nin ardından, iktidarın artıdeğere el koyan toprak beyleri ile kapitalistlerin eline geçtiğini söyler. İktidarın yeni sahipleri ise, devlet toprakları üzerinden şimdiye kadar daha alçakgönüllü bir şekilde uygulanan hırsızlığı, büyük yağmalar biçimine sokarak resmen açmışlardır. Toprakları bu şekilde ele geçiren aristokrasi, yeni bancocracy‘nin ve yeni doğmakta olan yüksek finans çevrelerinin doğal müttefiki konumundadır artık.

18. yüzyıldan itibaren ise topraklara el konulması aracılığıyla köylülerin mülksüzleştirilmesi süreci, yasal bir görünüme kavuşmuş durumdadır. “Yağmanın, parlamento aracılığı ile yapılan şekli, ortak toprakların çevrilmesi konusunda yasalar, bir başka deyişle, toprakbeylerinin, halka ait toprakları özel mülkiyetlerine geçirmelerini, yani halkı mülksüzleştirmelerini sağlayan kararnamelerdir.” Böylelikle, bağımsız küçük çiftçilerin yerini yıllık sözleşmelerle çalışan kiracı çiftçiler, “yani toprak sahibinin keyfine bağlı hizmetkarlar topluluğu” almış, devletin topraklarıyla birlikte komünal topraklarda sistemli bir şekilde yağmalanmış ve kırsal nüfusun sanayi proletaryası haline gelmesi sağlanmıştır. Toprağın kapitalist gaspı, ilkel birikimin ve dolayısıyla hayata yönelik saldırının en önemli uğraklarından biridir. Marx’ın cümleleriyle:

Kilise mallarının yağmalanması, devlet mülkünün hileli yollardan ele geçirilmesi, ortak toprakların çalınması, feodal ve klan emlakının gaspedilerek, başıboş bir terör havası içinde modern özel mülkiyet haline getirilmesi, ilkel birikimin birçok sevimli yönteminden birkaçıydı. Kapitalist tarım için gerekli alan ele geçirilmiş, toprak sermayenin bir parçası haline getirilmiş ve kent sanayileri için gerekli, ‘özgür’ ve ‘yasadışı’ proletarya sağlanmıştı.

Marx, Feodalitenin çözülüşüyle birlikte İngiltere’de, henüz yeni gelişmekte olan endüstri tarafından massedilemeyen ve alışkın oldukları yaşam tarzı buna uygun olmadığı için çalışmayı reddeden kitlelerin, yığın halinde dilenci, hırsız ve serseri haline geldiğini söyler ve 15. ve 16. yüzyıl boyunda Batı Avrupa’da buna karşı çıkarılan yasaları şöyle tarif eder: “Önce zorla toprakları ellerinden alınan, evlerinden atılan ve işsiz-güçsüz serseriler haline getirilen tarımsal nüfus, kırbaçlanarak, damgalanarak, müthiş yasalar yoluyla işkence edilerek, ücret sisteminin getirdiği disipline sokuluyorlardı.” Söz konusu yasaların 18. yüzyılın başına kadar yürürlükte kaldığını söyleyen Marx benzer yasaların Fransa ve Hollanda’da geçerli olduğunu belirtir.

Marx’a göre, emekçinin kapitalist boyunduruğu altına girmesi anlamına gelen bu süreç, “ekonomik ilişkilerin” sessiz baskısı ile tamamlanır. Bu noktadan sonra, doğrudan güç elbette kullanılmaya devam edecektir ama bu ancak istisnai durumlarda söz konusu olacaktır. Kapitalizmin, modern sermaye üretimi biçimine dönüşümüyle birlikte ise, emekçilerin sermayenin boyunduruğu altına girişleri çok daha farklı bir boyut kazanacaktır.


Kaynak: Fatih Yaşlı, Hayatın Olumlanması Olarak Felsefe: Nietzsche ve Marx.


 

Yorum bırakın