Modernist İdeoloji

Klasik modernlik anlayışı, her şeyden önce insanı doğayla, mikrokozmos’u makrokozmos’la bütünleştiren ve bedenle ruhun, insanın dünyasıyla aşkınlığın tüm ikiliklerini reddeden akılcı bir dünya imgesinin oluşturulmasıdır. En iddialı biçimiyle modernlik düşüncesi, insanın yaptığıyla bir olduğunun, dolayısıyla da, bilim, teknoloji ya da yönetimin daha etkili kıldığı üretimle, toplumun yasayla örgütlenmesi ve çıkarların, ama aynı zamanda da, tüm kısıtlamalardan kurtulma isteğinin harekete geçirdiği kişisel yaşam arasında bir denklik ilişkisinin olması gerektiğinin olumlanmasıdır.

Modern dönemden, Rönesans’tan Fransız Devrimi’ne ve İngiltere’deki kitlesel sanayileşmenin başlarına değin uzanan dönem olarak söz edilir. Modernlik ruhu ve uygulanımlarının geliştiği toplumlar, harekete geçmekten çok çeki düzen vermenin peşindeydiler: Başlıca amaçları arasında, ticaretin ve mübadele kurallarının düzenlenmesi, bir kamu yönetiminin ve hukuk devletinin yaratılması, kitapların yaygınlaştırılması, geleneklerin, yasakların ve ayrıcalıkların eleştirilmesi yer almaktaydı. O dönemde merkezi rol oynayan, sermaye ve emekten çok akıldır. O yüzyıllar boyunca yasacıların, filozofların, yazarların, her türden “kitap adamı”nın borusu öter ve çeşitli bilimler şeylerin düzenini keşfetmek için gözlem, sınıflandırma, düzenleme çalışmaları yapar.

Anthony Giddens, modernliği, dört ana boyutu sanayicilik, kapitalizm, savaşın sanayileştirilmesi ve toplumsal yaşamın tüm veçhelerinin gözetimi olan tümel bir üretim ve denetim çabası olarak görür ve dolayısıyla güçlü bir biçimde bütünleşmiş bir modernlik imajı sunar. Kendi kendisini algıladığı biçimiyle modern toplum, “dönüşlülük yeteneğine”, yani kendi üzerinde eylemde bulunabilme yeteneğine sahip bir sistem olarak görünür, bu da, onun, gerek gelenek aracılığıyla, gerek gelenek dışı, bireyle kutsal olanı doğrudan iletişime sokan doğal toplumların tam karşıtı olmasına yol açar; modern toplum hem bireyi, hem de kutsal olanı, kendi kendini üreten, kendi kendini denetleyen ve kendi kendini düzenleyen bir toplumsal sistem adına saf dışı bırakır. Böylece, gitgide Özne fikrini daha çok dışlayan bir görüş yerleşmektedir.

İnsan, artık, Tanrı’nın kendi imgesinden hareketle yarattığı bir varlık değil, rolleriyle, yani statülere bağlı olan ve toplumsal sistemin iyi biçimde işlemesine katkıda bulunması gereken tutumlar tarafından tanımlanan bir toplumsal edimcidir. Çünkü insan yaptığıyla özdeştir, gözünü toplumun ötesine, yani Tanrı’ya, kendi öz bireyselliğine ya da kökenlerine çevirmemeli, iyiliğin ve kötülüğün tanımını toplumsal bünyenin yaşamını sürdürmesi ve işleyebilmesine yararlı ya da zararlı olan şeyler dahilinde aramalıdır.

Modernliğin utkusu ebedi ilkelerin ortadan kaldırılmasıdır; bütün özlerin, Ben’den ve kültürlerden ibaret bütün o yapay kendiliklerin bio-psikolojik mekanizmalar ve malların, sözcüklerin ve kadınların mübadelesine geçerli olan yazılmamış, kişiye bağlı olmayan kuralların bilimsel olarak bilinmesi uğruna elenmesidir. Yapısalcı düşünce bu işlevselciliği iyice radikalleştirecek ve öznenin yok oluşunu daha da uç noktalara itecektir.


Kaynak: Alain Touraine, Modernliğin Eleştirisi.


 

Yorum bırakın